Avrupa’da alternatif enerji konusunda yaygınlaşan enerji kooperatifleri Türkiye’de henüz yolun başında. Yerel enerji üretimi kalkınma açısından potansiyel taşısa da mevcut yasal mevzuat yerel enerji kooperatiflerinin etkin olmasının önüne geçebiliyor. Öte yanda ise Türkiye, uzmanların uyarılarına rağmen nükleer enerji sevdasında ısrar ediyor. Dünyada ve Türkiye’de konvansiyonel enerji üretimi ve yenilenebilir enerji üretimlerine bakarak Türkiye’deki yenilenebilir enerji potansiyelini bakmaya çalıştık.
Uluslararası raporlara yansıyan verilere göre elektrik üretiminde nükleer, fosil ve termik santrallerin oranı büyüklüğünü korusa da yenilenebilir enerji kaynaklarında da önemli bir artış görülüyor.
Dünyada toplam elektrik üretimi yaklaşık 31.200 TWh. Bunun yüzde 60’si fosil enerji, yüzde 31 yenilenebilir enerji ve yüzde 9’da nükleer enerjiden elde edildi.
Avrupa’ya gelince, nükleer enerjiden sağlanan elektriğin azaldığı ve bazı nükleer tesislerin kapandığını gözleniyor. 1996 yılında nükleer santrallar küresel elektrik üretiminin yüzde 17,5’ini karşılarken, 2023 yılında bu rakam 9,15’e geriledi. 2005 ila 2024 yılları arasında bütün dünyada 101 nükleer reaktör kapatılırken 104 yeni reaktör işletmeye alınmış ve bunların 51’inin Çin’de olması dikkat çekiyor.
“Güvenli ve karbonsuz olduğu iddia edilen nükleer enerjinin payı artmadı”
Dünya genelinde yenilenebilir enerji kaynaklarına bir yönelim olduğunu söylemek mümkün. Nükleer Karşıtı Platform üyesi gazeteci Özgür Gürbüz 2024 yılında kurulan elektrik santrallarının yüzde 93’ünün yenilenebilir enerji, yani rüzgâr ve güneş kaynaklı olduğunu belirtiyor ve güneş ile rüzgârdan üretilen elektrik maliyetinin nükleere kıyasla yaklaşık 4 kat daha düşük olduğunu söylüyor. Bu yaz dünya çapında güneş panellerinden üretilen elektriğin nükleer santrallardan üretilen elektrik miktarını geçeceğine dair bir beklenti olduğunu ekleyen Gürbüz, bunun eğilimin hangi yönde olduğunun net bir göstergesi olduğunu kaydediyor. Gürbüz, “Küresel elektrik tüketimi artmasına rağmen nükleer enerjinin payı artmadı. Ucuz, karbonsuz ve güvenli olduğu iddia edilen nükleer enerjinin altın çağını yaşaması beklenirdi, tam tersine payı geriledi” diyor.
Türkiye’nin riskli nükleer sevdası
Uluslararası verilerden de anlaşıldığı üzere dünya nükleer enerjiden uzaklaşırken, Türkiye’nin nükleer enerji macerası, inşası devam eden Mersin Akkuyu santraliyle ilerlemeye devam ediyor. Uzmanlar ve çevre aktivistleri özellikle deprem faktörüne işaret ederek bunun risklerine dikkat çekiyor. EGEÇEP Bilim Kurulu üyesi jeofizik yüksek mühendisi Erhan İçöz Akkuyu NGS için yer tercihi yapılırken yeterince dikkatli ve titiz davranılmadığına vurgu yaparken Kahramanmaraş merkezli 7,6 büyüklüğündeki depremi hatırlatıyor ve yaşanabilecek tsunaminin nükleer santrallar açısında tehlike oluşturduğunu belirtiyor:
Yer tercihi yapılırken santralin kurulacağı alan ve çok yakın çevresinde diri fay bulunup bulunmadığına bakıldı. Oysa nükleer güç santralleri için çok daha titiz davranılmalıdır. Örneğin Fukuşima NGS’nin yakınında bir deprem olmamış, deprem 250 km uzakta, okyanus içerisinde gerçekleşmişti. Ama tsunami etkisi Fukuşima’ya kadar ulaştı ve depremde çöken bir yapı olmamasına karşın, soğutma suyu şebekesindeki bir arıza o büyük felakete neden oldu.
Erhan İçöz

İçöz Akdeniz’de Kıbrıs yayı olarak bilinen bindirme fayların daha önce deprem ve tsunamiye yol açtığının bilinmekte olduğunu hatırlatıyor ve “Gelecekte oluşacak deprem ve tsunamilerin etkilerini tümüyle öngörebilme olasılığı bulunmamaktadır.” diyor.
Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) nükleer santrallerin geri dönüşü olmayan çevre kirliliğine neden olabileceğine dikkat çekiyor. MERÇED Başkanı Sebahat Aslan da Akkuyu santrali için deprem riskine dikkat çekerken, santralin soğutma suyu tesislerinin dolgu alanında yapılmış olmasının kaza ve felaket riskini çok arttıracağına dikkat çekiyor.
“Nükleer santrallerde oluşan sorunlar doğa için yok edici sonuçlara yol açar”
Mersin Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü Osman Koçak, bir deprem ihtimali dışında da nükleer santrallerin doğa, canlılar ve insan sağlığı açısından çok yüksek riskler taşıdığını söylüyor. Koçak, zincirleme nükleer tepkimenin kontrollü işlemesinin hiçbir durumda ve hiçbir teknolojiyle yüzde 100 güvenlilikle sağlanamadığını belirtiyor. Koçak “Soğutma sistemlerinde sorunlara neden olabilecek öngörülemeyen ve önlenemeyen sayısız etken vardır. Bütün insan yapısı sistemlerde sorunlar, arızalar çıkabilir. Ancak nükleer santrallerde oluşan sorunlar sonucunda gerçekleşen çekirdek erimeleri durdurulamaz ve doğa için, canlılar için, insanlar için geri döndürülemez yok edici sonuçlara yol açar.” diyor.

“Nükleer enerji dışa bağımlılığı artıracak”
Tüm bunların yanı sıra Erhan İçöz Türkiye için nükleer enerjinin uluslararası politika düzleminde bir başka riskine işaret ederek, Türkiye’de yeterli uranyum rezervinin olmadığını ve yakıt açısından bir dışa bağımlılık gelişeceğini belirtiyor. “Güneyimizde sürekli kaynayan ve nereye evrileceği kestirilemeyen bir Ortadoğu var. Kuzeyimizde ise Rusya-Ukrayna savaşı devam ediyor. Her iki taraftaki bu dengesizliğin, gelecekte bize ne şekilde bulaşacağı belli değil. Hem kuzeyde hem güneydeki savaşlarda nükleer tesislerin hedef alındığı da bilinen bir gerçekliktir.” diye ekliyor.
Nükleer santraller enerjideki sorunu büyütürken, yenilenebilir enerji bir çözüm olabilir mi?
Türkiye’de gerçekte bir enerji açığı değil planlama sorunu olduğunu belirten uzmanlar, enerji ihtiyacı karşısında nükleer santrallerin gündemde tutulmasının politik bir tercih olduğu noktasında da hemfikirler. Bunun sorunu çözmek değil daha büyük sorunları ve riskleri gündeme getirmek anlamına geldiğinin altını çiziyorlar.
Osman Koçak, enerji ihtiyacının etkili bir planlama sayesinde fosil yakıtlara ve nükleer santrallere gerek kalmaksızın yenilenebilir kaynaklardan karşılanabileceğini belirtiyor. Dile getirilen ihtiyacın şişirilmiş olduğunu ve daha fazla enerji talebinin, asıl olarak kapitalistlerin doyumsuz kar hırslarını tatmin için ve lüks mal ve hizmetleri, silah, cephane ve diğer savaş araç ve gereçlerini üretme isteklerinden kaynaklandığını vurguluyor.
Türkiye’de de yenilenebilir enerji kooperatiflerinin yaygınlaşmaya başladığını ve bunun gerçek bir alternatif olabileceğini belirten Koçak, “Ancak bu kooperatiflere enerji tekellerinin müdahalesinin önlenmesi, yatırımların yapılmasında ve girdilerinin karşılanmasında uygun koşulların yaratılması, finansman olanaklarının sağlanması, ülke çapında elektrik enerjisi dağıtımının yeniden kamulaştırılarak YEK’lerin enerji tekellerinin insafına bırakılmaması gereklidir.” diye ekliyor.

“Türkiye için halkın ihtiyacını karşılayacak, ekonomik, doğa ile uyumlu, kirli teknolojilerin kullanılmadığı ve kamu eliyle çalıştırılan bir enerji modelini savunduklarını” belirten Sebahat Aslan da, “devlet destekli kamusal anlayışı savunan enerji kooperatifleri”nin ülkemizin enerji sorununun çözümünde etkili olacağını kaydediyor.
Çözüm, yenilenebilir enerji kooperatiflerinde mi?
Dünyada nükleer enerjiye rağbet düşer ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim artarken, enerji kooperatifleri de gelişmeye devam ediyor. Avrupa Enerji Toplulukları Federasyonu (REScoop.eu) bünyesinde 1500’den fazla kooperatif var ve bu kooperatiflere ortak 1 milyondan fazla üye bulunuyor. Almanya’da enerji kooperatiflerinin sayısı 812. Danimarka’da ise 2 bine yaklaşmış durumda.
“Kamucu bir elektrik üretiminde kooperatifler önemli rol oynayacak”
Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri sadece enerjinin kaynağı bakımından bir alternatif değil. Üretiminden dağıtımına tümüyle büyük tekellerin egemenliği altında olan enerji sektörü içinde kamucu bir alternatif olarak da öne çıkıyor. Özgür Gürbüz, kooperatiflerin enerji sektöründe büyük sermaye transferlerinin ve tekelleşmenin önüne geçilmesinde önemli rolü olduğuna dikkat çekerek, şunları söylüyor: “Yeni kamucu anlayışta enerji kooperatiflerinin önemli rol oynayacağını düşünüyorum. Almanya’da yenilenebilir enerji kurulu gücünün yarıya yakını bireylerin, çiftçilerin ve kooperatiflerin elinde olduğunu görmek lazım. Avrupa ve hatta ABD’de bile önemli örnekler var.” Gürbüz kooperatiflerde söz ve yetkinin bireylerde olduğunu ve zenginleşme hedefi olmadığı için ihtiyaca yönelik adımlar atmanın, çevre korumasında samimi davranmanın ve uygun teknolojileri seçmenin daha mümkün olduğunu kaydediyor.

Türkiye’de neden olmasın?
Türkiye’de enerji kooperatiflerinin on yıllık bir geçmişi var. İlk defa 2011 yılında tüketicilerin elektrik ihtiyacını en yakın üretim tesisinden temin etmelerini sağlayan Lisanssız Enerji Yönetmeliğinin yürürlüğe girmesiyle küçük tesislerin ve bireylerin kendi ihtiyaç duydukları elektriği üretmelerinin önü açılmış, Yönetmeliğe “Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri” tanımının eklenmesiyle 2015-2016 yılında bir yıl içinde yaklaşık 20 tane enerji kooperatifi kurulmuştu.
Bu yıl yayınladıkları “Türkiye Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri” raporuyla bu alandaki güncel durumu inceleyen Troya Çevre Derneği’nin Başkanı Oral Kaya Lisanssız Enerji Yönetmeliği’nin devrimsel nitelikte olduğunu, çünkü büyük şirketleri değil doğrudan küçük üreticiyi esas aldığını belirtiyor. Enerji kooperatifi kavramının yönetmeliğe girmesiyle iki yıl içerisinde kurulan kooperatif sayısının 50’yi bulduğunu ekliyor.
Ancak bugün gelinen noktada kooperatiflerin bazıları kapanmış durumda, faal durumda olan 45 kooperatifin ise sadece 11 tanesi elektrik üretebiliyor. Oral Kaya hızlı ve istekli bir başlangıcın ardından gelinen bu noktanın, 2019 yılında gerçekleşen mevzuat değişikliğiyle ilgili olduğunu söylüyor.
2017 yılında Çanakkale’de kurulan Troya Yenilenebilir Enerji Kooperatifi de faaliyetini sürdüremeyen ama umudunu yitirmeyen kooperatiflerden. Oral Kaya bu deneyimi de dayanarak, yaşanan süreci “2019 yılında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulundan yeni bir düzenleme yapmış ve enerji kooperatiflerinin önünü kesmiştir. Sadece insanların bir araya geldiği kooperatiflerin değil bireylerin de kendi ürettikleri elektrikle kendi ihtiyaçlarını karşılayabildiği düzenlemeyi değiştirdiler. Bu tamamen bir önleyici bir hamledir.” sözleriyle özetliyor. Bunun enerji kooperatiflerinin tüm kazanımların ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim olduğunu vurguluyor.

Kaya “Bu aşamada sadece niyet okuyabilirim. Enerji kooperatiflerinin önünün kesilmesi büyük şirketlerin lobi çalışmasından dolayı olabilir diye düşünüyorum. Hâlihazırda Kıta Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinde yani Belçika, Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde üretilen yenilenebilir enerjinin oranı yüzde 10-15 arasında değişiyor. Buralarda yeni yatırımlar yapılıyor. Kooperatifler gelişiyor. Türkiye’de ise konvansiyonel enerji üretimi hâkim olduğu için Türk sermayesi alternatif enerji üretimine o kadar da sıcak bakmayabiliyor.” diye ekliyor.
Özgür Gürbüz de enerji kooperatiflerinin devletin küçük bir desteğiyle başlangıçtaki ivmesini koruyarak gelişebileceğini, bugünkü durumun devletin bir tercihi olduğunu düşünüyor: “Nükleer veya termik santrallerde olduğu gibi yatırım aşaması milyarlar gerektirmediği için yurttaşların yenilenebilir enerji kurulumu yapması mümkün. Mülkiyet elektrik üretim miktarını değiştirmez. Şu anda yaşadığımız devletin tercihi. ‘Güneş santralini birkaç büyük şirket kursun, yurttaşlar değil’ diyorlar.”
Engellere rağmen üretimi sürdüren kooperatifler de var
Mevzuat değişiklikleri ve hükümetin yenilebilir enerji konusunda tercihini yurttaşların ve kooperatiflerin değil büyük sermayenin yatırımlarından yana kullanması gerçekten de kooperatiflerinin önünü kesmiş görünüyor. Ancak inatla elektrik üretimini sürdüren kooperatifler de var. Bu durumda sözü onlara bırakmak gerekiyor.
Türkiye’nin ilk enerji kooperatiflerinden biri olan Çorum Yenilenebilir Enerji Kooperatifi 2016 yılında 7 ortakla birlikte kurulmuş. 2019 yılında üretim yapmaya başlayan kooperatifin şu an 84 ortağı var. Kooperatifin 500 KW elektrik üretim kapasitesi var ve ihtiyaçtan fazla üretim olduğu için kooperatif ortakları bu durumdan kazançlı da çıkıyor.
Çorum Yenilenebilir Enerji Kooperatifi’nin kurucularından olan Seyfettin Zengin de 2019 yılında büyük üreticilerin lehine değişen mevzuatla birlikte çoğu kooperatifin fesih yoluna gittiğini hatırlatıyor.
“Kooperatiflerinin yatırım yapma imkânı kalmadı”
İlk mevzuatta yer alan mahsuplaşma yoluyla kooperatiflerin ürettikleri elektriğin bir karşılığı olduğunu söyleyen Zengin, 2019 yılından sonra “yerinde üretim ve yerinde tüketim” kuralıyla birlikte kooperatiflerin etkinliğinin kısıtlandığı belirtiyor. Zengin başlangıçta “Kooperatiflerin yaptığı üretimin farklı noktalarda yapılan tüketim ile mahsuplaşmasına onay veriliyorken, sonrasında yayınlanan mevzuat ile üretim noktasıyla tüketim noktasının aynı yerde olması zorunluluğu getirildi. Çok tüketicisi olan kooperatifler için bunun sağlanması mümkün değildi. Büyük ticari işletmeler için bu mümkün, aynı çatının altında üretip tüketebilirsiniz ya da ürettiğiniz noktayla tükettiğiniz nokta farklı olabilir. Ama kooperatiflerde bunun imkânı yoktu; kooperatif ortakları genellikle farklı mahalle ve ilçelerde oluyor. Bunların hepsinin tek bir merkezde üretilmesi ve farklı noktalarda tüketilmesinin sağlanması gerekiyordu. Başlangıçta bunun önü açıktı ama sonradan çıkan mevzuat ile buna engel oldu. Kooperatiflerinin yatırım yapma imkânı kalmadı” diyerek değişen yasal mevzuat ile enerji kooperatiflerinin önüne çıkan engelleri özetliyor.

Bürokrasi için kooperatif ikinci planda
Dağıtım şirketlerin iş yükünün artacağına yönelik inancın da böyle bir kararın alınmasında etkili olabileceğini belirten Zengin kooperatifçiliğe dönük yaklaşımın da burada bir etken olduğunu düşünüyor: “2019 yıllarında Ticaret Bakanlığında Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü diye müstakil bir müdürlük vardı ama artık daire başkanlığına düşürdüler. Bu da aslında bürokrasinin kooperatife bakış açısını gösteriyor, neden daha aşağı çekersiniz ki? Bu dahi bakış açısını gösteriyor.”
Enerji kooperatifleri merkezi hükümet tarafından desteklenmeli
Kooperatiflere yönelik bu bakış açısının bu konuda özveriyle çalışan insanları da küstürdüğüne işaret eden Zengin, toplumun yenilenebilir enerji kooperatifinde bir gelecek görmediğini ve başlangıçtaki heyecanın bu yüzden söndüğünü ekliyor. Zengin enerji üretiminde kooperatifleşmenin önünün açılması için yerel yönetimlerin bu organizasyonların içine dahil olarak ayni destek sağlayabileceğine, merkezi hükümetin ise hem mevzuatta hem uygulamada enerji kooperatiflerini destekleyecek düzenlemelere gitmesinin gerektiğine vurgu yapıyor.
“Karar vericilerinin kooperatiflere bakış açılarının değişmesi gerekiyor”
Çorum Yenilenebilir Enerji Kooperatifi elektrik üretimini sürdüren başarılı örneklerden olsa da hedeflerine ulaşabilmiş değil. Türkiye Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri raporuna göre Kooperatifin ilk finansmanı ortaklardan alınan aidatlar ve Tarımsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu hibeleri ile sağlanmış. Çorum Belediyesi, projenin başlangıcında kooperatifin maliyetinin %20’sini karşılamayı taahhüt etmiş ancak bürokratik engeller ve mevzuat değişiklikleri, bunun gerçekleştirilmesini engellemiş. Şu an kooperatif, kendi gelirleriyle giderlerini karşılayabilmekte ve ortaklarına kâr payı dağıtabilmekte. Ancak Seyfettin Zengin’in belirttiği kadarıyla üretim kapasitesini hedefledikleri 5 MW düzeyine çıkarabilmiş değiller. Kooperatif ortağı sayısında da bir artış yok.
Bürokratik engellere karşı mücadele ettiklerini ancak sonuç alamadıklarını ifade eden Zengin, bir mevzuat ve anlayış değişikliği olana dek kendi imkânlarıyla ayakta durmak zorunda olduklarının farkında: “Gerçekten üzücü, Batı ülkelerinden kooperatifleri etkinliklerimize davet ettik, onlardan örnekler gördük. Onların başardığını görünce imrendik. Biz neden yapamıyoruz diye düşündük. Öncelikle karar vericilerinin genel anlamda kooperatiflere bakış açılarının değişmesi gerekiyor”.
Kendi elektriğini üreten ilk üniversite
Türkiye’de kendi elektriğini üreten ilk üniversite olma özelliği taşıyan Mersin Üniversitesi de yenilenebilir enerjinin yerelden üretimine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Dünya Bankası desteğiyle ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen projeyle geçen yıl temelleri atılan ve ilk etabı tamamlanan Güneş Enerji Santralleri (GES) sayesinde, Mersin Üniversitesi 3 ayda 11 milyon TL tasarruf elde etti. Proje ile yıllık 60 milyon TL tasarruf hedefleniyor.
Proje hakkında bilgisine başvurduğumuz Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Yaşar, bu sayede ciddi bir ekonomik katkı sunulacağını kaydediyor. Erol “projenin temelini Üniversite Hastanesi, Tıp Fakültesi ve Mimarlık Fakültesi otoparklarına kurulan Güneş Enerji Santrali (GES) sistemleri oluşturuyor. Bu uygulama ile otoparkların üstü güneş panelleriyle kaplanarak hem alan verimli kullanıldı hem de temiz enerji üretimine başlandı” diye belirtiyor ve bu sayede yıllık yüzde 40 enerji tasarrufu hedeflediklerini belirtiyor.
Sonuç olarak Türkiye’nin enerji politikalarında hâlâ nükleer enerjiye odaklanması, hem çevresel hem de ekonomik anlamda önemli riskler barındırıyor. Yenilenebilir enerji kooperatifleri ise yerelden başlayarak hem enerji üretiminde çeşitlilik sağlama hem de toplumsal katılımı artırma potansiyeline sahip bir çözüm sunuyor. Avrupa’da bunun göstergesi olarak enerji kooperatifleri ciddi bir gelişme kaydetmişken ülkemizde ise henüz bu potansiyelin hayata geçmesi için epey mesafe kat edilmesi gerektiği gözleniyor. Bunun ilk adımı ise mevcut yasal ve bürokratik engellerin ortadan kaldırılması olarak görünüyor.
Bu engeller Türkiye’de başlangıçta hızla gelişen enerji kooperatiflerini zor duruma sokmuş olsa da, ayakta kalan ve enerji üretimini sürdüren örnekler, ülkemiz için de kooperatiflere dayanan bir yenilenebilir enerji üretimi modelinin bir alternatif olabileceğini gösteriyor. Mevzuattaki engeller kaldırılıp devletin ve yerel yönetimlerin aktif desteğiyle bu yapılar güçlendirilirse, bu kooperatifler, sadece enerji üretmekle kalmayıp aynı zamanda yerel ekonomilerin canlanmasına, istihdamın artmasına ve halkın enerjiye erişiminde adil bir modelin tesisine katkı sağlayabilir.
Kaynak: Mahsun Kılıç / Seferi Keçi