Çözüm esaret değil, Dijital Hayvanat Bahçesi

Çözüm esaret değil, Dijital Hayvanat Bahçesi

Kaplanı özgürce ormanda görmek mi, kafeste ileri geri adımlarken izlemek mi gerçek bağ kurdurur? Ankara Büyükşehir Belediyesi, hayvanları esir tutmak yerine 2024’te kurduğu Dijital Hayvanat Bahçesi ile özgürlüğü ve etiği seçmeli. Gökçe Akgöl’ün haberi.

Hayvanat bahçeleri uzun yıllar boyunca insanlara hem “eğlence” hem de “eğitim” aracı olarak sunuldu. Çocuklara hayvanları tanıtmak, toplumda merak uyandırmak ya da turistik bir cazibe merkezi yaratmak gibi gerekçelerle kurulan bu mekânlar, aslında hayvanların özgürlüklerini ellerinden alarak yaşam haklarını ihlal ediyor. 

Doğada yüzlerce kilometrelik alanlarda dolaşması gereken bir kaplanı birkaç yüz metrekarelik kafese kapatmak, ya da göç ederek yaşam süren kuşları dar bir alana hapsetmek, onların doğal davranışlarını yok etmek anlamına geliyor.

Dünyada, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de birçok şehirde hayvanat bahçeleri bulunuyor. Bursa, İzmir, Antalya, Gaziantep ve Eskişehir gibi şehirlerde de farklı boyutlarda hayvanat bahçeleri bulunuyor. Her ne kadar bu alanlar, modern düzenlemelerle “doğal yaşam parkı” olarak tanıtılsa da, gerçekte hayvanların özgürlüğünü kısıtlayan yapılar olmaktan öteye gidemiyor.

Bu alanlardan biri de yıllarca Atatürk Orman Çiftliği’nde faaliyet gösteren Ankara Hayvanat Bahçesi’ydi; 2013’te sessiz sedasız kapatıldı. Orada bulunan hayvanlara ne olduğu yıllarca bilinmezken, haberimizi yayımlamadan bir gün önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, sosyal medya hesabından yüzlerce hayvan türünün esir tutulduğu bu merkezin yeniden açılacağını duyurdu.

Bu gelişme, hayvan hakları savunucuları açısından ciddi bir endişe kaynağı… Çünkü, dijital teknolojilerin ve etik çözümlerin hayata geçirildiği bir dönemde yeniden canlı hayvanların kafesler ve sınırlı alanlar içine hapsedilmesi, geçmişin hayvan hapishanelerinin yeniden inşası anlamına geliyor.

Ankara Büyükşehir Belediyesi bu sanal gerçeklik deneyimlerinden yola çıkarak, 3 Şubat 2024’te Atatürk Orman Çiftliği’nde yenilikçi bir proje olan “Ankara Dijital Hayvanat Bahçesi”ni hizmete açtı.

Yaklaşık 5 bin metrekarelik kapalı alana kurulan bu merkez, hayvanların doğal ortamlarından koparılmadan tanıtılmasını amaçlayan etik bir eğitim ve eğlence platformu olarak öne çıkıyor. Özellikle çocuklara doğa sevgisi aşılamayı ve toplumsal farkındalık yaratmayı hedefleyen proje, Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyor.

Ziyaretçiler, 110 ünitede yer alan 40 karma gerçeklik kaskı aracılığıyla 150’den fazla hayvan türünü görüp, inceleme fırsatı buluyor. Hayvanat bahçelerinde yaşatılması mümkün olmayan balina, büyük beyaz köpekbalığı gibi canlılarla beraber, keçi, tavuk, horoz, çinçila, sansar, papağan, Asya fili, langur, Afrika bufalosu, Amerikan bufalosu(bizon),koç, şempanze, lemur, vervet monkey, makak maymunu (şebek) geyik, ceylan, kurt, köpek, ankara arısı, arı kuşu, turna, zebra, aslan, ıguana, bukalemun, timsah, kobra, inek, domuz, koyun, ankara keçisi, moose geyiği- sığın, akita, kanguru, kutup ayısı, panda, penguen, heron, tavus kuşu, kakadu papağanı, baykuş, balıkçıl, kuğu, mandarın ördeği, coracias( alakarga) kaplan, puma, antilop, çita, at, asya- afrika gergedanı, sırtlan, su aygırı, boz ayı incelenebilen hayvanlar arasında yer alıyor. Dijital içerikler tematik güncellenebilir nitelikte. Bu sayede ziyaretçiler farklı dönemlerde farklı türlerle karşılaşabiliyor. Ayrıca mekân içerisinde bulunan “sanal safari otobüsleri” sayesinde hem geçmiş çağlara hem de uzaya yönelik yolculuk deneyimleri sunuluyor.

Gelişmiş görsel ve etkileşimli teknolojilerle donatılan Dijital Hayvanat Bahçesi, üç boyutlu sinema teknolojilerine kıyasla çok daha yüksek çözünürlük ve derinlik sağlayarak ziyaretçilere hayvanlara dokunuyormuş hissi veriyor. Bunun yanı sıra, karma gerçeklik (Mixed Reality) uygulamaları, lazer hologram teknolojisi ile doğa objelerini ve dijital görselleri bir araya getirerek gerçekçi sahneler oluşturuyor.

Açıldığı günden itibaren büyük ilgi gören Dijital Hayvanat Bahçesi, binlerce kişiyi ağırlamaya devam ediyor. Dijital Hayvanat Bahçesi ziyaretleri ise ücretsiz, randevu sistemi ile çalışılıyor. 

Dijital Hayvanat Bahçesi, Türkiye’de ilk olma özelliği taşırken dünyada genelinde örnekleri yok değil.

Avrupa’nın tamamen sanal ilk hayvanat bahçesi: “Geleceğin Hayvanat Bahçesi, ziyaretçileri, tutsak durumda yaşayan yabani hayvanlara yönelik mevcut yaklaşımımızı sorgulamaya davet ediyor”

Belçikalı hayvan hakları örgütü GAIA, “Bir kaplanı, özgürce doğal yaşam alanında dolaşırken göz göze görmek mi, yoksa aynı kaplanı kafeste ileri geri adımlarken izlemek mi insanda daha güçlü bir bağ oluşturur?” sorusunu Geleceğin Hayvanat Bahçesinin merkezine yerleştiriyor. Avrupa’nın ilk tamamen sanal hayvanat bahçesi olan bu girişim sayesinde ziyaretçiler, hayvanları kafesler olmadan, sınırlar olmadan, doğal yaşam alanlarında ve en önemlisi hayvanların acı çekmediği koşullarda deneyimleme imkânı buluyor.

Bu immersif ve interaktif sanal dünyada, ziyaretçiler kaplanlardan fillere, penguenlerden pandalara, zürafalardan timsahlara kadar pek çok yabani hayvanla doğal yaşam ortamlarında karşılaşıyor. Gelişmiş Sanal Gerçeklik (VR), Artırılmış Gerçeklik (AR)ve 360° projeksiyon teknolojileri sayesinde ziyaretçiler, üç farklı ekosistemde özgürce dolaşarak yabani hayvan refahı konusunda bilgi ediniyor. Bu deneyim, geleneksel hayvanat bahçelerinde olduğu gibi pasif gözlemden ibaret değil; etkin katılım üzerine kurulu bir keşif yolculuğu sunuyor.

Dijital hayvanat bahçelerine ilişkin konuştuğumuz GAIA İletişim, Eğitim ve Gönüllü Direktörü Katrien Busschaert, projenin çıkış amacını şu sözlerle ifade etti: “Geleceğin Hayvanat Bahçesi” girişimimiz, eğitimin, hayranlığın ve hayvanlara saygının esaret ya da acı çekme koşullarını gerektirmediği inancından doğmuştur. Yabani hayvanları parmaklıklar ardında tutmak yerine, onların güzelliklerini deneyimlemeyi ve doğal davranışları hakkında etik bir biçimde bilgi edinmeyi mümkün kılmak amacıyla yenilikçi dijital teknolojilerden yararlanmaktayız.”

GAIA Genel Direktörü Ann De Greef, ise projeyi şu sözlerle ifade ediyor: “Geleceğin Hayvanat Bahçesi, ziyaretçileri, tutsak durumda yaşayan yabani hayvanlara yönelik mevcut yaklaşımımızı sorgulamaya davet ediyor. Bunu suçlayıcı bir tavırla değil; aksine, hayal gücümüzün ötesine geçen, oyunlaştırılmış, etkileşimli ve yenilikçi alternatifler sunarak yapıyoruz.”

360° projeksiyonlar, Artırılmış Gerçeklik ve Sanal Gerçeklik teknolojilerinin birleşimi sayesinde ziyaretçiler; ormanlarda, buzullarda ya da savanalarda dolaşabiliyor ve bilgisayar ortamında oluşturulmuş hayvanlarla olağanüstü ayrıntılarla karşılaşabiliyor. Bu immersif araçlar, biyoçeşitliliği ve ekosistem içi etkileşimleri doğrudan gözler önüne sererek hem gerçekçi hem de eğitici bir deneyim sunuyor. 

Benzer birçok örnek de var…

2019 yılında Okyanusların muhteşem canlılarını onları tutsak etmeden öğrenme ve deneyimleme yollarını keşfetme yolunda çalışmaları olan bir şirket, köpekbalıklarını anlatan bir sanal gerçeklik deneyimine imza attı. 

1976’dan bu yana şovlarında canlı hayvanları kullanan bir sirk ise 2019’da, hayvan sömürüsünü sonlandırmak için yeni şovlarında hayvan hologramları kullanmaya başladı.

Immotion’ın son ürünü Shark Dive, insanlara büyük çekiç başlı köpekbalıklarına ve kaplan köpekbalıklarına suya girmeden dokunma mesafesine ulaşma fırsatı sunuyor. Bu deneyim, Immotion’ın Emmy ödüllü yönetmeni Ken Musen tarafından, Bahamalar’daki Bimini Köpekbalığı Laboratuvarı’ndan uzman deniz biyologlarından oluşan bir ekibin desteğiyle kaydedildi. Konukları Tiger Beach çevresinde su altı yolculuğuna çıkaran ve ilk kez VR’da büyük bir çekiç başlı köpekbalığının 360° perspektifini yakalayan bu deneyim, konuklara bir köpekbalığı gibi hareket edip yüzmenin nasıl bir his olduğunu deneyimleme fırsatı sunuyor.

Dünyanın en büyük holografik hayvanat bahçesi ve dijital deneyim merkezi “Katılım Emeklilik DigiZoo”, Mall of İstanbul’da kapılarını açtı. 1500 metrekarelik alana kurulan DigiZoo, 50’den fazla canlı türü, sanal gerçeklik deneyimleri, etkileşimli sergilerle hem çocukları hem yetişkinleri unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.

Türkiye’nin önde gelen dijital tasarım stüdyosu ve teknoloji şirketi PolyVision tarafından Katılım Emeklilik işbirliği ile hayata geçirilen Katılım Emeklilik DigiZoo, dünyanın en büyük holografik hayvanat bahçesinde ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim yaşatmayı hedefliyor. Çeşitli görüntüleme teknolojileri ve yapay zekâ algoritmalarının birleşimiyle oluşturulan bu sürükleyici ve etkileşimli holografik dijital hayvanat bahçesi, tarih öncesi canlılardan günümüz hayvanlarına kadar etkileşimli sergilere ev sahipliği yapıyor. 50’den fazla canlı türünün yanı sıra, iklim krizine dikkat çekmek amacıyla tasarlanmış dijital enstalasyonlar da ziyaretçileri iklim krizi konusunda bilinçlendirerek farkındalıklarını artırıyor.

Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan Öykü Yağcı: “Doğada özgür yaşaması gereken bir hayvanın, insanların eğlencesi için ömür boyu hapiste tutulması etik olarak savunulamaz”

Bir yanda  esaret bir yanda özgürlük… Peki, hayvan hakları savunucuları bu konuyu nasıl değerlendiriyor?

Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan Öykü Yağcı, hayvana şiddetin her şeyden önce kölelik anlayışı ve esaret uygulamaları ile başladığına dikkat çekiyor. Koruma, rehabilitasyon, hayvan sevgisi ve eğitim maskelerini kullanarak kar odaklı çalışan esaret endüstrisi ve resmi çalışma izinlerini veren kamu kurumları başta olmak üzere, bilet alarak zulme ortak olan ziyaretçilerin hayvanlara yaşattığı fiziksel ve psikolojik şiddetin zulüm sisteminin devamı olduğuna değinen Yağcı, “Çünkü etrafı tellerle çevrilmiş kafeslere ve beton havuzlara ömür boyu kapatılmanın, doğal yaşam ve iklim ortamlarında her gün aileleriyle veya yalnız başına yüzlerce kilometre kat etmeye, avlanmaya, oynamaya, saklanmaya alışkın hayvanlar için hapishaneden farkı yok. Hayvanların aç bırakılıp tekme tokatla, kancalı sopalarla, elektroşokla ve türlü işkencelerle ‘eğitildiklerini’, yani insana hem boyun eğmeye zorlanıp hem bağımlı hale getirildiklerini unutmamalıyız. Şiddet esaretin kendisi. Bunun eğlenceli bir tarafı yok. Doğada özgür yaşaması gereken bir hayvanın, insanların eğlencesi için ömür boyu hapiste tutulması etik olarak savunulamaz” diyor.

Hayvanların insan menfaatleri uğruna kapalı yapay ortamlarda yaşamaya ve insanlarla temasa, etkileşime zorlanmalarının kronik strese sürüklediğine dikkat çeken Yağcı, “Etraftaki ışıklar, seyircilerin çığlık ve alkışları, daimi müzik ve bitmek bilmeyen bir arka plan gürültüsü tutsak hayvanlarda duyusal örselenmeye sebep olurken, bireyler ve anne-yavru arasındaki ilişkinin zarar görmesine yol açıyor. Bu olumsuz çevresel faktörlerden kaçamamaları, öğrenilmiş çaresizlik hissini de perçinliyor. Tüm bu duygular hayvanlarda depresyona, yeme bozukluklarına, zayıflamış bağışıklık sistemine ve dolayısıyla hastalıklara yol açıyor” diye konuştu.

Yağcı, dört duvar arasına, beton havuzlara ve dev cam fanuslara hapsedildikleri bu korkunç yaşam koşullarının bir sonucu olarak hayvanlar, anormal tekrarlayan davranışlara (abnormal repetitive behaviour – ARB) ve zoochosis adı verilen psikolojik rahatsızlıklar yaşamaya başladığını belirtti. Yağcı, “Örneğin tutsak edilen kaplanların durmaksızın daireler çizmesi, ayıların volta atar gibi bir ileri geri yürümesi, kurtların aşırı kaşınması veya yalanması, kendi dışkısını yeme, orkaların kafalarını havuza vurarak kendine zarar vermesi, yunusların su yüzeyinde hareketsiz durması gibi davranışlar bu rahatsızlıklar arasında. Deney laboratuvarlarında sömürülen maymunların kafes parmaklıklarını sürekli kemirmesi aynı tablonun bir parçası. Benzer şekilde et, yumurta, süt üretim çiftliklerinde tutsak edilen koyunların birbirlerinin kuyruklarını ısırması, tavukların tüylerini yolup derilerini koparması da bu stereotip davranışlara örnek. Bunlar sadece “can sıkıntısı” değil; bilimsel olarak, NIH, ZooCheck ve EFSA gibi kurumsal raporlarla ortaya konan, kronik stres, depresyon, travma ve çaresizlik haliyle bağlantılı. Doğada yapmaları gereken davranışların hiçbirini yapamayan hayvanlar, tekrar eden hareketlerle streslerini ve bıkkınlıklarını ifade ediyorlar”cümlelerini kullandı.

Balıklar ve diğer tüm deniz canlılarının, genellikle yadsınan ve bilinmeyen bir zulmün özneleri olduğunu ifade eden Yağcı,”Örneğin, tüm gün insan varlığına ve gürültüsüne maruz bırakılan köpekbalıkları ve vatozların esaret altında geliştirdikleri davranış bozukluklarından biri olan ve “surface breaking” olarak anılan su yüzeyine başını çıkarma hareketi, aslında anormal bir davranışın göstergesi. “Yüzeye çıkıp sabit kalma”, başlarını suyun üzerine çıkarma hareketi, genellikle balıkların bu şekilde beslenmeye şartlanması ve “eğitilmesi” sebebiyle oluyor. Ancak ne yazık ki, kahkahalarla bu hayvanları izleyen ziyaretçiler onların neyi neden yaptığını çoğunlukla anlayamıyor” dedi.

Yağcı, çok fazla bilinmeyen bir durumu da gündeme getiriyor. Hayvanlara düzenli olarak verilen antidepresanlar ve stres kaynaklı ülseri önlemek için verilen mide ilaçları. Yağcı, “Ömür boyu tutsaklık, hayvanların zihinsel ve fiziksel sağlığını ciddi ölçüde bozuyor, onları endişe ve paniğe sevk ediyor. Bazen de en son hapis hayatından özgürlüğü için kaçarken öldürülen Zeus’ta gördüğümüz gibi, insana karşı bir direnişe, bir tür ayaklanmaya yöneltiyor. Hem kendilerine hem akranlarına hem de bakıcı ve ziyaretçilere karşı harekete geçtiklerinde, yaralama veya ölüm vakaları gerçekleştiğinde, ne yazık ki çoğu zaman bunlar hayvanların öldürülmesi, yaralanması veya tek kişilik hücrelere kapatılmasıyla sonuçlanıyor. Bunun tür, ortam ve ülke bazında çok sayıda örneği var. Orka Tilikum’dan kaplan Tatiana’ya, fil Tyke’dan şempanze Travis’e kadar pek çok tutsak hayvan esaretin olumsuz etkileri sebebiyle manşet olmuş durumda. Bu vakalar “agresif hayvan” olayları değil; aksine hayvanların doğalarına aykırı şekilde hapsedilmelerinin, kronik stresin ve psikolojik yıkımın sonucu. Bu, onların “vahşi ve tehlikeli” olduğunu göstermiyor; aksine esaretin yarattığı çaresizlik ve delirtici etkilinin dışavurumunu kanıtlıyor” ifadelerini kullandı.

Hayvanların insan eğlencesi ve merakı uğruna 21. yüzyılda ticaretinin yapılması, birer meta gibi alınıp satılması ve sergilenmek üzere esarete alınmasının kabul edilemez olduğunu ifade eden Yağcı, teknolojinin bu denli geliştiği bir çağda “eğitim, hayvan sevgisi ve doğa koruma” adına farkındalık oluşturmak için yapabilecek bir çok şey olduğunu belirtti. 

Yağcı, “Her türlü görsel ve yazılı içeriğin elimizin altında olduğu ve balıklar dahil olmak üzere hayvanların hissedebilirliğinin defalarca kanıtlanıp bazı ülkelerin yasal düzenlemelerinde yerini aldığı bu dönemde; belgesellerden hayvanlara zarar vermeyecek şekilde planlanan sahadan canlı yayınlara, doğada gözlem ile dalış faaliyetlerinden gelişen dijital teknolojilere kadar aktarılabilecek bilginin, yapılabileceklerin sınırı yok. Yıldızlar, gezegenler ve takımyıldızların görüntülerinin kubbe şeklindeki bir binanın tavanına projeksiyonla yansıtıldığı Planetaryum (planetarium) adlı yapılar, eğitici olduğu kadar etkileyici. Bu uygulamalardan örnek alınarak yeni hayvan hapishaneleri açmak değil, modern ve sömürü içermeyen teknolojileri hayata geçirmek için girişimlerde bulunulmalı. Günümüzde okyanuslardan Amazon ormanlarına ve Afrika savanalarına kadar, sesleri ve görüntüleriyle her yerdeymiş gibi hissettirebilen artırılmış sanal gerçeklik gözlüklerinden (VR) 7D hologramlara kadar pek çok çağdaş girişim mevcut. Bu sanal gerçeklik deneyimleri ziyaretçileri, VR gözlüklerini ve hareketli koltukları bir araya getirerek herhangi bir fiziksel hareket olmaksızın, görsel ve işitsel uyaranlarla, bir dağ gorillerinin arasında, kambur balinaların hemen yanında veya göç eden bir kaz sürüsüyle gökyüzünde hissettirebiliyor” dedi.

Yağcı, son olarak Hayvan hapishanelerinin, iddia edilenin aksine çocukları hayvanlar konusunda eğitmediğini, çocukların hayvan sevgisini beslemediğini; yalnızca empatiden yoksun, tahakküm odaklı bir eğlence anlayışı aşıladığını vurguladı.

Veteriner Hekim Prof. Dr. Ebru Yalçın: Hiçbir hayvan eğlence için sergilenemez ve üzerinden maddi/manevi kazanç sağlanması için kullanılamaz

Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Veteriner Hekim Prof. Dr. Ebru Yalçın, başta belediyeler olmak üzere özel kişi ya da kurumlara ait çok sayıda hayvanat bahçesi bulunduğuna dikkat çekti. Bu hayvanat bahçelerinin büyük çoğunluğunun hayvanların doğasına, davranış kalıplarına uymayan, hayvan refahı açısından problemli yerler olduğuna değinen Yalçın, “İnsanların özellikle egzotik hayvanları yakından tanınması amacı ile açılması legal hale getirilmeye çalışılan hayvanat bahçelerinin pek çoğunun hayvanların doğal davranışlarına olanak vermeyecek boyutlarda ve şartlarda olduğu da aşikardır” dedi.

Dünya Hayvanat Bahçeleri ve Akvaryumlar Birliği (WAZA) ve Avrupa Hayvanat Bahçeleri ve Akvaryumlar Birliği’nin (EAZA), esaret altındaki hayvanların medikal ve davranış sağlıkları için belli şartlar oluşturduğunu aktaran Yalçın, “Yapay olarak sağlanmış hiçbir alan doğal etkiyi tümü ile sağlayamamaktadır. EAZA’ya üye olan hiçbir hayvanat bahçesi kaçak yolla gelen bir hayvan bulunduramaz; tükenme tehlikesi altında olan hayvanlar haricindeki tüm hayvanlar kısırlaştırılmak zorundadır ve gerekli hallerde sadece üye hayvanat bahçeleri arasında hayvan takası yapılabilir. Hayvanat bahçesinde ya da esaret altında doğan hiçbir hayvanın tekrar doğaya geri dönme ihtimali olmadığı göz önüne alınmalıdır” ifadelerini kullandı.

Yalçın, etik olarak düşünüldüğünde hayvanat bahçelerinde alan ne kadar geniş olursa olsun bir aslanın avlanması için yeterli uzunluğun sağlanamayacağını ya da bir zürafa için gerekli yüksek ağaçların bulunamayacağını vurguladı. Yalçın, “Bir timsahın ya da kuşun saklanacak yeri olmadan pek çok insanın onu seyrettiği ve gürültü yaptığı bir ortamda ne kadar sağlıklı kalacağı şüpheli. Pek çok hayvan stres ya da stresin yarattığı hastalıklar yüzünden normal yaşam sürelerini tamamlayamıyor. Bir hayvanın doğal davranış repertuarını gösterebilmesi temel haklarından biri ve hayvanat bahçelerinin çoğunda bunları sağlamak neredeyse imkansız. Özellikle hafta sonlarında aşırı gürültü, saklanacak alanlarının olmaması, güneş ve kalabalık düşünüldüğünde ziyaretçi baskısı nedeni ile hayvanların aşırı strese maruz kaldıklarını herkes anlayabilir” diye konuştu.

Son olarak hiçbir hayvanın eğlence amaçlı kullanılamayacağına değinen Yalçın, “Hiçbir hayvan koşma, avlanma, kazma, saklanma gibi doğal davranışlarından mahrum bırakılamaz. Hiçbir hayvan eğlence için sergilenemez ve üzerinden maddi/manevi kazanç sağlanması için kullanılamaz. Yaban hayvanlarını gerçekten merak ediliyorsa doğal ortamlarında rahatsız edilmeden gözlemlenmeli” sözlerini kullandı.

Kaynak: Gökçe Akgöl / Muzir.org

Exit mobile version