Halil Angün

“CEHENNEMİN EN SICAK BÖLÜMLERİ”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yaratıcı bir yazı kaleme almak için uygun bir zaman değil. Yine de içimden gelenleri klavyeye dökmek istedim.

Gelecek için de yok şöyle olacak, yok böyle olacak, her şey mükemmel ya da daha beter olacaklara değinmeyeceğim, onu da yeterince yapan var.

Türkiye siyasetinin halihazırda içinde bulunduğu çok yönlü sorunu “hükümet sistemi” olduğu yönünde yaygın bir eğilim var. Soruna çözüm olarak en çok seslendirilen de “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e dönüş olmaktadır. “Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim” diye bir terim yoktur. Buna karşılık, 1982 Anayasasının orijinal halinde de izleri bulunan “Rasyonelleştirilmiş Parlamentarizm” diye yerleşik bir terim var. Onun için, parlamentarizmle ilgili olarak, “rasyonelleştirilmiş” terimini değil de “güçlendirilmiş” ibaresini kullananların bununla ne kast ettiklerini açıklamaları gerekiyor.

Türkiye’nin hükümet sistemi, 2017 Anayasa değişikliğiyle değiştirildi ve parlamentarizm yerine başkancı bir sistem “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” getirildi. Türkiye’nin rejiminin değişmesine yol açan ve bugün içinde bulunduğumuz politik açmazı yaratan sadece bu olay değildir. Aslında, resmî Anayasa değişikliği 2013 sonlarından itibaren başlayan ve rejimi dönüştürmeyi amaçlayan bir seri yasal ve fiili adımı tamamlayan nihai adımlar idi.

Türkiye’de, devlet-vatandaş ilişkisinin de temelinin değiştirildiği ve siyasî aktörler arasındaki güç dengesinin kalıcı olacak şekilde iktidar partisi lehine dönüştürüldüğü kişiselci-otoriter bir rejime geçildi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen “olağanüstü hal”in kullanılma biçiminin de can alıcı bir yeri var.

Olağanüstü halin normal demokratik rejimere getirdiği kapsamlı istisnalardan hak ve özgürlük kısıtlamalarından ziyade, olağanüstü halin hem Anayasayı rafa kaldırmak için bir bahane olarak kullanılmış, hem de -daha önemlisi- bu rejimin kalıcılaştırılmış olmasından ileri gelmektedir. Yani, olağanüstü hal resmen kaldırıldıktan sonra da anayasasız-olağanüstülük sürdürülmüş, “olağanüstü hal olağanlaştırılmıştır.” Bu durum, muhalefetin “siyaseten” susturulması ve başta kamu idaresi ve yargı olmak üzere devletin partileştirilmesi yoluyla Reis’inin iktidarını tahkim etmesini sağlamıştır. Türkiye, devlet-vatandaş ilişkisinin de temelinin değiştirildiği ve siyasi aktörler arasındaki güç dengesinin kalıcı olacak şekilde iktidar partisi lehine dönüştürüldüğü kişiselci-otoriter bir rejime geçildi.

Özellikle de dinin siyasi amaçlı kullanımının başka bir sonucu devlet-yurttaş ilişkisini eşitliğe dayalı olmaktan çıkarıp hiyerarşik bir ilişkiye döndürmesi, hem de devletin bir kurumlar ve kurallar manzumesi olarak değil de kişisel sadakat ve itaat objesi olarak algılanmasını sağlaması olmuştur. 

Değişim, yeni uygarlık düzeninin vazgeçilmez dinamiği. İnsanın çevresiyle, doğayla, toplumla ve bilgi ile arasındaki ilişkisi yeniden tanımlanırken, bizler de olan biteni yeni bir gözle görmeye çalışmak zorundayız.

Toplum güvenlik, özgürlük, adalet, hak gibi kavramlar etrafında oluşan yeni talepler çevreyle olan ilişkiler esas belirleyici bundan böyle. “İtaat et”, “hizmet et”, “canını ver” gibi komutları duyduğunda artık nedenlerinin de ortaya konmasını istiyor. Bireysel davranışlar kadar, karşı tutumunun da yasal ve meşru olmasını bekliyor toplum.

Yeni korkular ve yeni umutlar var. Teknolojideki devrimsel sıçrama yaşam standartlarımızı yeni bir şekle sokmuş durumda. Alternatif bilgiye erişim olanaklarımız her birimize yeni perspektifler sunuyor. Farklı doğrular arasından kendimize en yakın doğruyu seçebileceğimiz bir çeşitlilik var önümüzde.

Dünya, küçücük bir android telefon ile cebimize, bilgisayar ekranından evimize taşınabiliyor şu sıralar. Binlerce kilometre ötedeki insanların dertleriyle dertleniyor, korkularıyla ürperiyor, sevinçleriyle coşabiliyoruz. Herkesin diğerinden haberdar olabileceği bir açıklık ortamındayız. Arkasına saklanıp, gizleneceğimiz bir duvar yok. Ne oluyorsa herkesin gözlerinin önünde cereyan ediyor artık.

“Cehennemin en sıcak bölümleri ahlâkî kriz anlarında tarafsızlıklarını sürdürenlere ayrılmıştır.”

Dante Alighieri

Prensip olarak, haksızlık karşısında susmak veya hareketsiz kalmak anlamında “tarafsızlık” bir meziyet değil bir ahlâk zaafıdır. Dante’nin sözünü ettiği “cehennemin en sıcak bölümleri” işte tam da bunu yapanlar için ayrılmış olsa…

“CEHENNEMİN EN SICAK BÖLÜMLERİ”

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

NE Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!